31 Ekim 2008 Cuma

Ice Tea

Bir Ice Tea çılgınlığıdır gidiyor nedir bu Ice Tea adından da anlaşıldığı gibi Ice tea, genelde bardakta buzla servis edilen şekerli soğuk çaydır. Genelde kutu içecekler arasında çok popülerdir. Ice Tea Lipton, Nestea, Arizona gibi markalar tarafından üretilir. En bilindik marka Lipton Ice Tea’dir. Ice Tea limon, şeftali, ahududu, nar, mango gibi tatlandırıcılarla karıştırılabilir ki en güzeli bence şeftali ve mangodur. Gerçek çaydan ayrı olarak şifalı içecekler soğuk olarak servis edilir ve şifalı buzlu çay olarak adlandırılır ve çok şekerlidir. Bir arkadaşımın iddiasına göre susama halinde sudan önce tercih edilmesi gereken içecektir çünkü içindeki şeker nedeniyle daha fazla dayanmanızı sağlar. Ice Tea’nin tatlandırılmamış olanı bazen düşük sıcaklıkta uzun süre demlenmiş çay yaprakları ile yapılıyor (5 dakika 80-100°C yerine 1 saat güneşte). Ek olarak bazen bir gece buzdolabında bırakılabilir. Ayrıca taze demlenmiş Ice tea de son zamanlarda çok fazla yaygın olmaya başladı toz halinde ve donmuş halde olanları da evde hazırlamak adına çok büyük kolaylıktır.

 KÜLTÜREL ÇEŞİTLERİ
  Avusturya
Avusturya’da en popüler içecek olan Ice tea yine en popüler olan “Rauch” firmasın tarafından üretilir.

 Belçika
Belçika’da 1978den beri var olan Lipton’un gazlı çeşitleri Ice Tea markası ile satılmaktadır. Ayrıca yine Ice Tea markası adı altında gazsız çeşitleri de sunulmaktadır. Diğer fabrikalar ise Ice Tea isminin varyasyonları ile piyasada yer edinmeye çalışmaktadırlar.

  Kanada
Kanada’da ise tatlandırılmış olarak tercih edilir, genellikle limon aroması ile tatlandırılır.

 Hong Kong
Hong Kong stili cafelerde buzlu limon çayı olarak bulunur. Kuvvetli siyah çay (örnek Seylan), metal demlikte uzun süre demlendikten sonra büyük bir bardak buz ile doldurulur ve isteğe göre birazcık şurup eklenir ve en sonunda bardağa sıcak İce tea dökülür. Karışımın üzerine bir dilim limon yerleştirilerek daha süslü bir şekilde servis edilebilir.

 Japonya
Japonya, dünyadaki en büyük Ice tea pazarlarındandır ve her yerde bulunan otomatik satış makinelerinde şişede ve kutuda satılmaktadır. Japonların Ice Tea si genellikle sıcak çay gibi yeşil çay ve güzel kokulu bir çeşit siyah çay ile pazarda bulunmaktadır. Genellikle lezzetlendirilmemiş ve tatlandırılmamıştır. Suntory, Kirin ve Coca-Cola şirketleri en büyük Ice Tea üreticileridir. Lipton, dünyanın en büyük Ice tea firması, siyah çayı baz alarak Suntory ve Morinaga firmaları ile ortaklaşa bir çok ürün sunmaktadır.

 Türkiye
Geleneksel çay içici olan ülkemizde Ice Tea yeni olmasına rağmen popüler bir yaz içeceği olarak yerini aldı. Şahsen ben çayı pek fazla sevmememe rağmen Ice Tea’yi büyük bir zevkle içiyorum. Özellikle mango ve şeftali aromalı olanlarını da denemenizi tavsiye ederim.

 İngiltere
İngiltere de Ice tea çok popüler bir meşrubat olmaya başladı. Lipton gazlı içeceklerini Belçika da sattığına benzer bir şekilde sattı ama 90’ların ortasında raflardan kayboldu. Günümüzde Lipton gazsız Ice tea leri ile Nestea’nin ardından raflarda yerini aldı.

 Amerika
Amerika da genellikle sıcak eyaletlerde Ice tea gazlı alkolsüz içeceklere iyi bir alternatiftir. Restoranlarda, alışveriş merkezlerinde, otomatik satış makinelerinde ve bakkallarda mutlaka bulunur.      

 

 

29 Ekim 2008 Çarşamba

İskenderiye Feneri (The Pharos of Alexandria)

İskenderiye Feneri MÖ 3. yüzyılda ( MÖ 285 ile 247 yıları arasında)  İskenderiye de Faros adasına inşa edilmiştir. İlk önce Mısırlıların limanını işaret etmekteydi daha sonraları deniz feneri olarak kullanıldı.

115–150 metre arası yüksekliği ile yüzyıllarca dünyanın en yüksek insan yapısı olarak değerlendirilmiş ve antik çağın yedi harikasından biri olarak sayılmıştır. İki büyük piramitten sonra ( Khufu ve Khafra) antik çağın 3. en yüksek yapısı olduğu varsayılıyor.

Faros İskenderiye kıyısında ufak bir adadır. Faros insan yapımı bağlantı ile anakaraya birleştirilmiştir ve bu bağlantıya Heptastadion ismi verilmiştir. Mısır sahilinin çok düz olmasından dolayı zamanında yön bulmada sınır işareti olarak kullanıldı. MS 1. yüzyıldan itibaren(Roma zamanı) ateş ve yansıtıcı aynalarla deniz feneri olarak kullanılmaya başlandı. O zamanlarda Faros sadece bir sınır işareti veya deniz feneriydi.

Deniz feneri MÖ 3. yüzyılda tamamlandı ve Mısırın ilk Makedon generali Büyük İskender tarafından gerçekleşen açılış töreniyle tanıtıldı. Deniz feneri önce 956 sonra 1303 ve 1323 depremleriyle çok kötü zarar gördü. Tam olarak tanımlanması Arap gezgin Abou Haggag Youssef Ibn Mohammed el-Andaloussi tarafından bu adaya turist olarak gelmesiyle 1166 da yapılmıştır. Tanımına göre “Fener, adanın sonunda bulunmakta. Bir kenarı 8,5 metre genişliğinde olan kare bir yapıdır. Doğu ve güney kısımları hariç deniz tarafından çevrelenir.6,5 metre yüksekliğinde bir platformda bulunmaktadır. Deniz tarafında bu yükseklik daha fazladır. Çok iyi şekil verilmiş taşlar kullanılarak yapılmış sağlam bir yapıdır. Denize bakan kısmının arkasının güney kısmında benim okuyamadığım eski dilde bir yazı vardır. Deniz ve rüzgâr tarafından yazılar iyice aşınmıştır. Yazıdaki bir A harfi 54 cm yüksekliğindedir.”

Deniz fenerinin yaklaşık 56 km den görüldüğüne dair kanıtlar vardır. Teyit edilmemiş bir efsaneye göre deniz fenerinin ateşi düşman gemilerini sahile ulaşmadan yakarmış.

Açık renkli büyük taşlar 3 katman olarak yapılmıştır. En alt kare kısım merkez çekirdek, orta sekizgen kısım ve üst kısım daireseldir. Zirvesindeki ayna gün boyunca güneş ışığını yansıtmakta ve geceleri ateş yanmaktadır. Deniz fenerinin duvarları, denizin tarafından aşınmamak için eritilmiş kurşunla kaplanmıştır. 1303 ve 1323 yıllarındaki depremlerden çok büyük zarar görmüş ve Arap gezgin Ibn Battuta’nın dediğine göre içine girilemez hale gelmiştir. 1480 yılında tamamen kaybolmuştur ve düşen taşlarından Mısır sultanı Qaitbay bir ortaçağ kalesi yaptırmıştır. Kalan taşlar Qaitbay Kalesinin etrafında çok açık görülebilir olarak kalmıştır.

19 Ekim 2008 Pazar

Kinder sürpriz

İçi monte edilen oyuncaklı, sütlü dolgulu, sütlü çikolata…

Kinder sürpriz, kinder yumurta olarak da bilinir. Kinder yumurtanın dışı çikolata kaplı içi ise çocuklar için montaj gerektiren ufak bir oyuncaktan oluşmaktadır. Kinder surprise 1972 yılında İtalya’da çıkmıştır. Üreticisi İtalyan Ferrero’dur. Oyuncaklar hem fabrika içerisindeki tasarımcılar ve dışarıdan serbest çalışan tasarımcılar hem de dünya çapında birçok fabrika (örnek olarak Ruggero ve Valerio Aprile kardeşlerin İtalya’nın Turin şehrindeki Produzioni Editoriali Aprile isimli ufak fabrikası) tarafından tasarlanmaktadır. Aynı zamanda Almanya’da da birçok fabrikada üretilmektedir. Bu oyuncaklar çocuklarda koleksiyon bilincini ve merakını geliştirmektedir.

Süper tasarım harikası oyuncakların çıktığı bazen tek parça oyuncakların da bulunduğu beni çikolatasından çok bu oyuncakların ilgilendirdiği yumurta görünümlü çikolatadır. Dıştan içe doğru açıklayacak olursak; kinder yazılı jelatin kılıf, toplam süt oranı %32, toplam kakao oranının ise %15 olduğu yumurta görünümlü çikolata, yumurta şeklinde sarı kapsül, bir adet internet sürpriz adlı kampanya kodunun yer aldığı tanıtım kupürü, bir adet 35 farklı dilde yazılmış uyarı yazısı ( dikkat, okuyun ve saklayın: Küçük parçalar yutulabilir veya nefes borusuna kaçabilir.), bir adet oyuncağın yapım planlarının yazılı olduğu resimli ufak kağıt ve oyuncak parçaları yer almaktadır.

Kinder oyuncakları, oyuncak delileri için aynı zamanda mükemmel ve ideal birer koleksiyon aracıdırlar. Bu yüzden bu oyuncaklarla koleksiyon yapanlar arasında başarılı bir değiş tokuş pazarı çok popülerdir. Özellikle Almanya ‘da oldukça yaygındır. Çünkü buradaki fabrikalarda üretilen oyuncakların diğer ülkelerdekilere göre daha yüksek kaliteli oldukları söylenir. Durum böyle olunca fanatik koleksiyoncular arasında en değer verdikleri oyuncak serilerinin bir üyesinin eksik olduğu durumlarda o oyuncağa sahip olabilmek için servet ödemeye kalkışanlar bile olabiliyormuş. Ayrıca bu oyuncakları üreten fabrikaların serilerin içinde yer aldığını gösteren bazı oyuncakları piyasa sürmediklerini duymuştum. Bunun sebebi ise seriyi tamamlamaya çalışan biz değerli koleksiyoncuları daha çok kinder çikolata satın almaya teşvik etmek olduğunu düşünüyorum.

Kinder yumurtanın oyuncakları, 3 yaşın altındaki çocukların ufak parçalarını yutabilecekleri için uygun değildir. Amerika Birleşik Devletleri hariç dünyanın her yerinde satılmaktadır. Amerika’da 1938 Federal yiyecek ilaç ve kozmetik kanununa göre şekerlemedeki besleyici olmayan ürünler içerdiği için yasaklanmıştır. Buna rağmen Amerika’da yasadışı olarak bazı dükkanlarda İngiliz ve Avrupa şekerlemeleri ile birlikte satılmaktadır. Ayrıca bazı ülkelerde özellikle Noel yakın zamanlarda devekuşu yumurtası büyüklüğünde ki versiyonlarının da olduğunu duydum.

Kinder çikolata bir anlık mutluluktur, çocuk olma sevincidir, şımarıklıktır. Her sarı kapsülü açarken yaşadığınız o kısa süreli merak, içinden hangi oyuncağın ve ya tamamlamaya uğraştığınız bir serinin hangi üyesi çıkacağını tahmin etmeye çalıştığınız farklı bir heyecandır. Her ne kadar üzerinde her zaman yeni, benzersiz ve heyecan dolu oyuncaklar yazsa da içinden daha önceden sizin sahip olduğunuz bir oyuncak çıkmışsa eh bir dahaki sefere deyip dudak büktüğünüz ya da diğer arkadaşlarla değiş tokuş yapılır ümidiyle köşeye koyduğunuz oyuncaklarla da karşılaşmamamız mümkün değil. Bir dolu tasarım harikasını içinde bulunduran kinder oyuncakların ben de ilginç koleksiyoncularındanım. Curcuna krallığının asil üyeleri, gece parlayan fosforlu hayalettalar, birbirinden renkli ufak maymunlar, şirin itfaiyeci bebekler, ortaçağa ait yakışıklı şövalyelerin ve güzel hanımefendilerin bulunduğu krallık, sevimli köstebek serisi, çıtırdak korsanlar ve görkemli gemileri, müzisyen siyah karıncalar, güneşte renk değiştiren komik denizanaları, renkli hayvanlar serisi, uçaklar, arabalar, savaşçılar, yapbozlar… Daha sayamadığım ve isimlendiremediğim nice kinder oyuncaklarımın hastası olduğumu ve onlar için ayrı bir odamın bile bulunduğunu ve düzenli bir şekilde dizildiğini belirtmek istiyorum. Koleksiyon çılgınlığı böyle bir şey olsa gerek…

17 Ekim 2008 Cuma

Futbol

Futbol kelimesi İngilizce football kelimesinden dilimize uyarlanarak gelmiştir. Takım oyunu olan futbol, Avrupa ve Güney Amerika’da erkekler tarafından çok ilgi gören bir spordur. Futbolu kim buldu peki. Yüzde doksanımız bu soruyu İngiltere diye cevaplayacaktır(bugüne kadar bende böyle biliyordum).Bilinenin aksine tarihçiler Çinlilerin binlerce yıl önce deri toplarla futbol oynadıklarını söylemektedirler. Futbolun Avrupaya gelişi MÖ 3. Yüzyılda Romalılara dayanır. Bu yıllarda Fransa’da öyle tutmuştur ki şehirler arasında kavgalar çıkmıştır. Bu sebeple 10. Yüzyılda yasaklanmıştır. Bugün oynadığımız futbol ise 19. Yüzyılın sonlarında İngiltere’de kurallara bağlanmasıyla kurumsallaşmıştır.

Futbol sahası uzunluğu 90–120 metre, genişliği 45–90 metre olan dikdörtgen bir alandır. Oyun sahası üzerindeki çizgiler beyaz ile boyanır, karlı havalarda bu çizgiler siyah boyanır. Futbol sahasının uzun kenarı taç çizgisi, kısa kenarı ise kale çizgisidir. Futbol sahası taç çizgilerinin ortasından orta çizgi ile ikiye ayrılır. Bu orta çizginin tam ortası merkez olmak üzere 9.15 metre yarıçaplı çember ile çizilmiş bölge orta yuvarlak olarak adlandırılır. Maça başlayacak takımın iki oyuncusu bu merkez noktada oyunu başlatırken diğer oyuncular bu çemberin dışında ve her takım kendi yarı alanında olma zorundadır. Dikdörtgen sahanının her köşesinde en az 1,5 metre olan direğe tutturulmuş bayraklar vardır. Kale çizgisinin ortasında kale bulunur. Kalenin genişliği 7.32 metre yüksekliği 2.44 metredir. Ceza alanı, kale çizgisinin ortasından, kale çizgisine bitişik 40.32 ye 16,5 metre boyutlarında bir dikdörtgendir. Ceza alanının içinde kalenin önünde 18.32 ye 5,5 metre boyutlarında altıpas diye adlandırılan bir bölge vardır. Penaltı noktası,  kalenin ortasından 11 metre uzaktadır ve top büyüklüğünde bir nokta ile işaretlenmiştir. Ceza yayı ise merkezi penaltı noktası, yarıçapı 9.15 metre olan çemberin ceza alanının dışında kalan yaydır.

Futbol, 1 i kaleci olmak üzere toplam 11 futbolcudan ile oluşan iki takım ile oynanır. Bir maçta en fazla 3 oyuncu değiştirilebilir. Futbol 4 hakem ile yönetilir.2 tanesi taç çizgilerinde bir tanesi sahada ve 4. hakemde orta hakemin sakatlanması durumunda onun yerine geçecek hakemdir. Bir futbol maçı arası 15 dakika olan iki 45 dakikalık bölümlerden oluşan toplamda 90 dakikalık süredir.

Bu kadar teorik bilgiden sonra Türk erkeğinin vazgeçilmez eğlencesidir futbol. Hele o derbiler yok mudur. Nefesler tutulur ve 90 dakikanın sonunda yenilen takımın taraftarlarında bir sıkıntı başlar. Onlar için ertesi gün işe, okula gitmek hatta sokağa çıkmak bile çok zor gelir. Peki, nedir bizi bu oyuna bu kadar bağlayan. Belki bizi bir nebze gerçek hayatın dışına atarak streslerimizden uzaklaştıran belki de o 90 dakika içinde yenik durumdayken son 5 dakika içinde takımın öne geçmesi ile değişen sonucun heyecanıdır. Büyüklerimizin dediği gibi maç 90 dakikadır ve son düdük çalmadan ne olacağına dair kesin bir hüküm getirilemez. Buna en iyi örnek (aranızdan futbola meraklı olanlarınız mutlaka hatırlayacaklardır) 2004 – 2005 sezonu Liverpool ile Milan kulüpleri arasında oynan şampiyonlar ligi finalidir bence. İstanbul’da oynanan maçta ilk yarıyı 3–0 önde tamamlayan Milan için maçın yorumcusu Fatih Terim bile devre arasında “Milan garantiledi”, “Bir İtalyan takımı bu dakikadan sonra maçı vermez” diyordu. Fakat ikinci yarının başlamasıyla 7 dakikada 3 gol bulan Liverpool maçı eşitleyerek penaltılara taşıdı. Penaltılarda gülen taraf Liverpool oldu. Bazen düşünüyorum acaba bizde küçük yaşlarda futbol yerine basebol veya Amerikan futbolu oynayarak ve izleyerek büyüseydik bizde sevebilir miydik bu oyunları. Ama biz futbol ile büyüdük, iyi ki de öyle olmuş diyorum yoksa futbolsuz bir hayat çekilemez.

Çin yemekleri

Çin yemeklerini yemek deyince durup bir düşünmek gerek, dış görünüşleri güzel olabilir fakat içinde ne olduğunu da bilmek gerekir diye düşünüyorum. Her bulduğu hayvanı kesip-pişirip ve chopstick denilen çubuklarla nasıl yedikleri de bir o kadar da garip olsa gerek. Genelde yemeklerini kızartarak ve buharda pişirerek yemeyi severler ve Wok denilen şeylerde pişirilir yemekler. Chopstick, sert plastikten ya da kemikten üretilir. Japonlarda bu tarz çubuklarla yerler yemeklerini fakat arasında bulunan tek fark Çinlilerin yediği çubuklar ince yuvarlak veya kare, Japonların yedikleri ise ucuna doğru sivrileşiyor dolayısıyla yemek daha kolay olur. Bunun yanı sıra Japonlar bu çubuklarla saçlarını da çok rahat bir şekilde toplayabiliyorlar. Çinlilerde batılı yemek mekânlarında çatal kaşıkla yemek yenildiğini gördüklerinde tuhaf karşılıyormuşlar. Chopstick denilen edevatı masanın üzerine bıraktıklarında bir daha kullanmazlarmış çünkü Çin restoranlarında masalar kirli kabul edilirmiş dolayısıyla da üzerine bırakılınca pislenirmiş.

Çin’de yemekler Lazy Susan denilen dönen bir sehpa üzerinde duruyorken siz istediğinizi seçiyormuş ve iki bölüme ayrılıyormuş canlı hayvanlar (ahtapot, solucan vb.) diğer tarafta cansız-kızartılmış hayvanlar. Çinlilerin iğrenç olan en meşhur vazgeçilmez yemekleri,  kebap, salyangoz, karınca çorbası ve bayılarak yedikleri denizanasını haşlayıp üstüne yağda kızartılmış karıncaları döküyorlarmış yok böyle bir saçmalık. Neden bütün hastalıkların Çin ve o bölgelerde çıktıkları belli her bulduğunu yersen… Ve ayrıca kedi köpek etini de hiç çekinmeden yedikleri de söylenir. O zaman buradan çıkan sonuç sokakta hiç kedi veya köpek dolaşmıyordur herhalde gördükleri kedileri kesip yemeleri çok doğaldır. İzlediğim bir belgeselde Çinliler yemek istedikleri hayvanları canlı olarak seçiyorlar ve nasıl istediklerini garsona söyledikten sonra tabaklarda hayvanı istenilene göre kızarmış veya ortadan ayırıp içine istenileni doldurup getiriyorlar. Bir nevi bizim kumpir gibi bir şey oluyor. Tatlı olarak ise maymun beynini suda haşlayıp yediklerini de belgesellerde görmüştüm. Ama ne ilginçtir ki tüm bunların yanında asla domuz eti yemezler. Çin mutfağında ekmek yoktur onun yerine buharda pişirilmiş pirinç yerler ve önemli yemek ziyafetlerinde pirinç şarabı içerler. Tabii bunun yanı sıra çok lezzetli olan yemekleri de vardır. Çin mutfağının meşhur yemeklerinden biri olan “Fried Rice” Türkçede kızarmış pilav olarak kullanılmaktadır bazı restoranlarda ise üç renkli pilav denildiği de oluyor. Çok çeşitli soslar ve kendilerine özgü baharatlarla yemeklere değişik tatlar getirirler. Yemek yemeyi sürdürürken yanında çay içmeleri de olağandır. 

15 Ekim 2008 Çarşamba

Tarantulalar

Tarantula kelimesi aslında bir eklembacaklı ailesine ait olup bu kullanımın theraphosidae ailesine dahil olan örümcekler için de kullanılması yanlıştır. Fakat 1955 yapımı tarantula isimli korku filmi sayesinde bu kelime yaygınlaşarak günümüzde theraphosidae ailesine ait örümcekler için de kullanılmaya başlanmıştır. Dev örümcekler olarak da bilinirler. Dünyanın en karizmatik yaratıkları olduklarını düşündüğüm tarantulalar hayvanlar aleminden,  eklembacaklılar şubesinden, örümcekgiller sınıfından, örümcekler takımından gelmektedirler. Örümcek bilimcilere göre 800’e yakın türü olduğu düşünülmektedir. Büyüklükleri, besin maddeleri, vücut zehirlerinin etkileri türden türe göre farklılık gösterir.

Bu canlılar  Güney Amerika, Afrika, Asya, Avustralya ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde bulunurlar. Özellikle bu kıtaların tropikal ve subtropikal iklim koşullarının hakim olduğu bölgelerinde yaşarlar. Subtropikal iklim tipi; yaz mevsiminin yağışlı ve yıllık ortalama yağışın yaklaşık olarak 1.000  - 1.500 mm arasında olduğu, sıcaklık ortalamasının ise 20°C'nin üzerinde görüldüğü, ekvatoral ikliminin iki tarafında yaklaşık olarak 10 - 20 ° enlemleri arasında görülen bir tropikal iklim çeşididir. Tarantulaların yaşama alanları olarak nemli yağmur ormanları, karanlık bölgeler, toprak altları, taş ve kaya oyukları gibi yerler gösterilebilir.

Tarantulaların vücutları sert bir dış kabuktan oluşur. Bu kabuk kitin yapılıdır ve fazla esnek olmadığı için tarantulaların büyümesini engeller. Bu canlılar büyüyebilmek için eski kabuklarını atıp yerine yenilerini yapmak zorunda kalırlar. Atılmış olan eski kabuğun iç tarafından tamamen yenilenmiş bir kabukla değişim gösteren tarantulalar kitin yapılı kabuklarının yumuşak olduğu bu evrede büyürler. Bir kabuk değiştirme sürecinden sonra bu canlılar kendi vücutlarının iki katı büyüklüğe bile ulaşabilirler. Ayrıca bu kabuk değiştirme aşamasında, geçmiş zaman içerisinde, kaybettikleri uzuvlarını yenileyebilirler. Örnek olarak bir tarantula kopmuş bir bacağını iki ya da üç kabuk değişim sürecinden sonra tamamen yerine getirebilir. Tarantulaların baş kısmında diş ve gözlerinin yanı sıra sekiz ayak, bir mide, iki kol bulunmaktadır. Tamamen kördürler ve sadece ışığı algılayabilirler. Bu yüzden vücutlarındaki kıllar sayesinde yerdeki ve havadaki titreşimleri algılayıp avlarını yakalarlar ve aynı zamanda kendilerine gelebilecek tehlikelerden kaçabilirler. Bu tehlikelere karşı bazı türleri mide bölümünde bulunan tüylerini arka ayakları ile çok hızlı bir şekilde düşmanına karşı fırlatabilir. Çok yavaş hareket ederler ama herhangi bir tehditle karşı karşıya kaldıklarında çok seri hareketlerde bulunabilirler. Ayaklarıyla aynı zamanda tat ve koku alabilen bu sevimli canlılar birçok insanın korkulu bir önyargıyla yaklaşmalarına karşın oldukça zararsız ve kendi hallerinde olan hayvanlardır.

Beslenmelerine gelince fazla nazlandıklarını söyleyemem. Etçil olduklarından dolayı doğal ortamda karşılaştıkları örümcekler, böcekler, kuşlar, fareler, sürüngenler gibi birçok canlı, tarantulalarımızın midelerine güzel bir ziyafet çektirebilir. Diğer örümcekler gibi avlarını ağ örüp yakalamazlar, bunun yerine avlarının peşinden koşarak çetin bir mücadeleye girmekte tereddüt yaşamazlar. Karnını doyurabileceğini düşündüğü avını yakalayıp önce zehrini akıtır, daha sonra bu zehirden felç olan ve hareket edemeyecek duruma gelen hayvan kısa sürede ölür, tarantula bu aşamadan sonra salgıladığı özel enzimlerle avının iç organlarını eritip kurbanını yavaş yavaş emmeye başlar. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır ya bu canlılarımızın da kendilerine özgü yemek yeme anlayışları böyle olsa gerek…

Tarantulaların zehirlerinin şiddeti ve etkileri türlerine göre farklılık gösterir. Örnek olarak; poecilotheria cinslerine ilişkin türlerde zehrin gücü oldukça şiddetliyken, grammostola ve brachypelma cinslerinin bireylerinde zehrin gücü düşüktür. Buna sebep olan ise zehirlerinin etken maddesi olan nörotoksin miktarının çok olmasıdır. Birçok insanın bu canlılardan korkmasına rağmen zehirlerinin büyük kısmının sadece avları üzerinde şiddetli olduğu, insan üzerinde ise sadece arı sokması kadar etkili ( alerjiniz yoksa tabi) olduğu düşünülmektedir. Bir insan tarantula tarafından ısırıldığı taktirde, düşük zehirde kızarma, kaşıntı, uyuşukluk ve hafif bir ağrı görülürken, zehrin etkisinin fazla olduğu durumlarda ise morarmayla birlikte aşırı bir ağrı söz konusu olabilir.

Bu canlıların yaşları hakkında kesin bilgiler yoktur. Genelde erkek tarantulalar cinsel olgunluğunu tamamladıktan sonra yaklaşık 1 sene kadar kısa bir süre sonunda ölürler ve cinslerine göre farklılık göstermelerine rağmen yaşam süreleri 4 – 5 yıl arasındadır. Dişi tarantulalar da ise bu süre 25 – 30 yıla kadar ulaşabilir.

Kadife gibi görünen vücuduyla, yalnız ve özgür yaşayan tarantulalar sempatik ve çekici halleriyle birçok hayvan severin ilgisini çekmeyi başarsa da evlerinde teraryumlarda besleme cesaretini gösterenlere imrenerek bakıyorum. Sizin de tarantulalara karşı özel bir ilginiz varsa, ortam koşullarının elverişliliğini ve beslenme konusunu düzenli bir şekilde halledebileceğinize inanıyorsanız evinize küçük bir tarantula alıp bu sevimli yaratıkların hayatını yakından takip edebilen şanslı insanlardan biri haline gelebilirsiniz. Yalnız burada önemli bir ayrıntıya dikkat edilmesini öneririm: tarantulaların sosyal yaşama pek uyumlu oldukları söylenemez yani arkadaşlık, paylaşma gibi kavramları gelişmiş değildir. Bu nedenle birden fazla tarantulayı ortak yaşam alanına dahil etmemenizde fayda vardır. Ya da siz de sadece benim gibi belgesellerden takip edip, ansiklopedilerden araştıranlardansanız bu canlıların doğal ortamlardaki davetsiz misafirlere karşı gösterdikleri incelik ( hele de damak tadına uygunsa ) ve küçük dağları ben yarattım edası ile başıboş ve umarsız yürüyüşlerindeki estetik size yetecektir…

Şarj edilebilir piller

Şarj edilebilen piller depo pil olarak da bilinen tekrar tekrar kullanılabilen pillerdir. Bu piller elektrik enerjisi ile tekrar kullanılmak üzere şarj olurlar. Diğer bir deyişle elektrokimyasal reaksiyonlarla enerjiyi kolayca ters çevirebilen elektrokimyasal hücrelerdir. Şarj edilebilen pillere akümülatörü örnek verebiliriz. Farklı kimyasallar kullanılarak birçok tasarımla karşımıza çıkmaktadırlar. En çok kullanılanları kurşun ve sülfürik asit, şarj edilebilir alkalin piller (alkalin), nikel kadmiyum (NiCd), nikel metal hibrit (NiMH), lityum iyon (Li-ion) ve lityum iyon polimer(Li-ion polymer).

Bu kadar teorik bilgiden sonra gelelim pratik bilgilere. Öncelikle normal piller dururken ne diye şarj edilebilir piller kullanıyoruz. En büyük sebebi çok ekonomik olmalarıdır. Belki normal pilden 5 kat daha pahalı olabilirler ama 1000’lerce kez tekrar doluşlarıyla bize 1 şarjlı pil 1000 normal pilmiş gibi geri dönüyor. Şarjlı pil kullanmamızın bir diğer faydası da her yıl çöpe atılan milyonlarca normal pilin çevreyi kimyasallarla kirlenmesini bir nebze azaltmak.

Marketten aldığımız yeni şarjlı piller boştur. Eğer şarjlı pillerinizi uzun süreler kullanmak istiyorsanız onların ilk şarjını tam olarak yapın, pillerinizi bitmeden tekrar şarj etmeyin, pillerinizi uzun süre kullanamayacaksanız onları tam şarj edip bırakın ve ara sıra kontrol edin eğer boşalmışlarsa tekrar şarj edip saklayabilirsiniz. Bu şekilde kullanmanız halinde pilleriniz sizi uzun süre mutlu edecektir.

Hepiniz kendi kendinize sormuşunuzdur peki bizim elektronik aletlerimizde kullandığımız normal piller 1,5 volt iken bu şarjlı piller niye 1,2 volt. Üstüne üstlük nasıl oluyor da bu şarjlı piller tek şarj da normal pillerden daha uzun kullanılabiliyorlar. Normal piller ilk aldığımızda 1,5 volt değerini verirler ama kullanılmaya başlandıktan sonra 1,2 voltun daha altında elektronik cihazımızı çalıştırmaya devam ederler ve 0,6 volt a geldiklerinde biterler. Diğer yandan şarj edilebilen piller öylemi. Onlar tam şarj edildikten sonra 1.25 volt dolayında cihazımızı uzun süre çalıştırırlar. Bu sayede normal pillere göre daha uzun süre çalışırlar.

Ben elektronik eşyalarla çok fazla içli dışlı olduğum için her cihazımda şarjlı pil kullanmaya özen gösteririm. Özellikle dijital fotoğraf makinemde ve kablosuz faremde kullandığım şarjlı pillerden çok memnunum. Eskiden 200 fotoğrafta bir yeni pil almak zorunda kaldığım 4 kalem pil ile çalışan dijital fotoğraf makineme 4 tane 2650 mAh pil aldıktan sonra 600 fotoğrafa kadar fotoğraf çekmeme izin vermeye başladı. Şarj aleti olarak da 30 dakikada şarj etme hızı olan şarj aletlerini tavsiye edebilirim. Çünkü 14 saat beklemek bazen çok can sıkıcı olabiliyor. Kablosuz farenizin pili için bu süreyi beklemezsiniz değil mi. Son olarak şarj aletinizi ufak kardeşlerinizin kolay erişemeyeceği yerlere koymanızı tavsiye ederim çünkü küçükler genelde büyükleri taklit etmeyi çok seviyorlar ve şarj aletinize normal pil koymaları durumunda pilin patlamasına sebep olup kendilerine zarar verebilirler.


. on CCresim

The Simpsons

 The Simpsons (Simpsonlar) çizgi dizisi animasyon türünde 5 kişiden oluşan bir ailedir. Öncelikle 1987 yılında kısa kısa skeçler olarak başlamıştır fakat beklenenden çok daha fazla ilgi görünce yarım saatlik çizgi dizi olarak seyirciye sunulmasına karar verilirken dizide yer alan karakterlerin orijinal görünüşü de değişime uğramıştır. Simpsons ailesi, Homer Simpson, Marge Simpson, Bart Simpson, Lisa Simpson ve Maggie Simpson üyeleri olarak Springfield kasabasının Evergreen Terrace sokağında yaşamaktadırlar. Homer kel, şişko gününün %70ini bir şeyler yiyerek geçiren, doğum günü yıldönümü gibi tüm önemli şeyleri unutan fakat ailesini çok seven onlar için her şeyi yapabilecek olan biridir ve birazda salak olduğuna dair söylentiler var ki ben buna katılmıyorum bazen yapmış olduğu saçmalıklar olsa da bunları ailesi için yapmış olduğunu unutmamak gerekir. Ayrıca bilimsel bir bilgi verecek olursak Homer’a özgü olan D’oh! ünlemi “Sinirli homurdanma” olarak Oxford sözlüğüne geçmiştir. Marge Simpson, aileyi ayakta tutmayı başarabilen, en aklı başında ve Homer’a olan sabrından dolayı takdir edilmesi gereken dişidir. Uzun mavi (aslında orijinal saçının gri olduğunu, boyayarak maviye döndürdüğü söylenmekte) saçlarının ilginç olduğu kadar şaşırtıcı olan diğer şey ise para dolu kavanozu saçlarının içinde saklamasıdır. Homer’a gerçekten âşıktır her ne yaparsa yapsın ondan vazgeçemeyeceğini de çok iyi bilmektedir. Bart Simpson, dünyada yaşamasını istediğim tek karakter. Yaramaz, okuldaki notları berbat olan ve kurallara uymamaktan hoşnut olan, içkiye meraklı olan fakat bunların yanı sıra gerektiğinde insanı hayrete düşüren karışık konuşmaları, hareketleri ve çevikliğiyle hiçbir şekilde aptal kelimesinin yakıştırılmayacağını gözler önüne sermiştir. Dizide sürekli babası olan Homer tarafından boğuluyor. Lisa Simpson, ailenin en akıllı dişisidir. Saksafon çalabilen, felsefik, etrafındakileri mutlu etmekten hoşlanan biridir. 8 yaşında olmasına rağmen üniversite düzeyinde eğitime sahiptir. Kardeşi Bart’ın tam tersine okuldaki notları çok yüksektir. Nedendir bilinmez herkesin kendisinin bir vejetaryen olduğunu bilmesini istemektedir ve hayatında dünya barışından sonra en çok istediği şey olan bir midilliye sahip olmaktır. Maggie Simpson, ağzında sürekli emziği olan bir bebektir. Ama bir bebek olmasına rağmen üstün zekâya sahiptir. Hatta büyüdüğünde ablası Lisa’dan bile akıllı olabilir çünkü daha bu yaşta adını ve soyadını kendi yazabiliyordur. Etrafındaki her olaydan haberdar olan ve çok çabuk etkilenen bir karakterdir.

Ayrıca tüm dünyada fanatikleri olan ve son yılların en popüler ailesi olan Simpsons’ın 2007 yılında sinema filmi çekilmiştir. Filmden de kısaca bahsedecek olursak, evin direği olan Homer Simpson sadece kendini değil tüm dünyanın da başını belaya sokuyor. Çalıştığı şirketin yanında bulunan akarsuya zararlı atıkları boşaltan Homer yüzünden tüm Springfield kasabasında yaşayan insanlar şehri boşaltmak zorundadır. Neden olduğu sorunu çözmeye çalışan Homer ve ailesi ilginç maceralarda bulacaklardır kendilerini. Şahsen ben izlediğimde çok beğenmiştim. Her Perşembe saat 20.00 de CNBC-e yayınlanan 20 dakikalık bu çizgi dizide zaman zaman ünlülerde nasibini alıyor.

Ateş böceği

Gece havada sarı yeşil arası bir renkte nokta şeklinde parlayıp sönen bu böceği hepimiz görmüşüzdür herhalde. Gerçi bu şehir hayatında biraz zor bende göremeyeli 1-2 sene oldu sanırım ama çoğumuz görmüştür yinede. Çocukluğumdan beri merak etmişimdir bu böcek nasıl yapabiliyor bunu diye. Birkaç defa birçoğunu sürekli ışık vereceklerini düşünerek kavanoza toplamışımdır küçükken.

Gerçekleri büyüyünce öğrendim ve paylaşıyorum.  İsmine aldanıp ateş böceğinin verdiği ışığın ateşle ya da sıcaklıkla bir ilgisi olduğunu düşünmeyin. Bu ışığın adı soğuk ışıktır ve bilim adamları günümüzde bu ışığı yapay olarak elde etmek için çalışmalarını sürdürmektedir. Ateş böceğinin ışık verme olayı moleküler seviyede kimyasal bir olaydır ve çok hızlıdır. Bu nedenle bilim adamları bu olayı incelemekte zorlanmaktadır ve verilen bilgiler sadece teoride kalmaktadır. Ateş böceklerinin ışık organı karınlarının son kısmında bulunur. Dışı saydam bir deri ile kaplıdır, içi ise parlak çikolata kağıtları gibi yansıtıcı bir tabakadan oluşur. Ateş böceğinin ışık verme olayı böceğin ürettiği lüsiferin maddesinin, lüsiferaz katalizörü ve oksijenle kademeli bir şekilde yakılması ile olur. Bilim adamları bu maddelerden birini yapay olarak elde etmiş ama ikincisinin kimyasal yapısını çözmelerine rağmen yapay olarak elde edememişlerdir. Ayrıca ateş böceğinin bu ışığı nasıl açıp kapadığı yani ışığı açıp kapamada nasıl bir anahtar kullandığı hala gizemini korumaktadır. Bilim adamlarının bu böceğin ışık verme mekanizmasını araştırmasının nedeni yukarıda da dediğim soğuk ışıktır. Ateş böceği ışık vermek için kullandığı enerjinin tamamını ışığa dönüştür. Bir örnekle açıklamak gerekirse evlerimizdeki normal ampuller aldığı enerjinin sadece %4’ünü florasanlar ise %10’unu ışığa dönüştürebilirler, kalan enerji ise ısı olarak etrafa yayılır. Ateş böceği ise %100 verimle çalışır. Ateş böceği gibi %100 verimle çalışan bir ampulün keşfinin günümüzde ne kadar çok işe yarayacağını anlatmama gerek yok sanırım özelliklede son elektrik zamlarından sonra.

Ateş böcekleri çıkardıkları bu ışık ile dişileri ile iletişim kurarlar. Işığın yanıp sönme hızı değişik anlamlar taşır. Bazı araştırmacılar bu ışığın bir savunma olduğunu ve düşmanlarına ateş böceğinin zehirliliğini ve acı tadını hatırlattığını söylerler. Bu böceği yiyen bir hayvan, böceğin içindeki kimyasallar nedeni ile genellikle onu kusmak zorunda kalır. Ateş böceklerinin 2000’e yakın çeşidi bilinmektedir. Genelde dişileri kanatsızdır ama kuzey Amerika da ki bazı türlerin dişileri de kanatlı ve ışık üreticidir. En iyi ışığı ışık verebilen gelişmiş dişiler verir. Kanatsız olup ışık üreten dişilere bazı bölgelerde yıldız kurdu adı da verilir. Bir ateş böceği gecede ortalama 3 saat ışık verebilir. Ateş böcekleri etçildir ve çoğunlukla ısırıp zehirledikleri salyangozlarla beslendikleri için nemli bölgelerdeki kireçli toprakların olduğu yerlerde bulunurlar

14 Ekim 2008 Salı

Tekila (tequila)

Meksika’nın efsane içkisi olarak bilinen bir alkol türüdür.  İsmini de Meksika’daki küçük bir kasabadan almıştır ve gerçek tekilanın Meksika dışında üretilmesi yasaktır. Günümüzde Meksika’da üretilen en kaliteli ve en çok bilinen tekila markası Olmecadır. Olmeca büyük maya tanrısının adıdır ve tekila şişelerinin üstünde resmi vardır. Bir alkol türüne bir tanrının ismini vermek biraz tuhaf gelebilir şahsen bana tuhaf gelmişti ama tekila Meksika’da ‘tanrıların içkisi’ olarak bilinir. Bunun nedeni büyük maya Olmeca tekilanın ana maddesi olan blue avage bitkisinin özünü tattığında bu efsane tadın kendisi için ayrılmasını istemiş olmasıdır.

Tekila avage bitkisinin özünden üretilir. Avage görüntüsünden ve özelliklerinden dolayı bir kaktüs çeşidi olarak bilinir (araştırmadan önce bende öyle biliyordum) ama değildir.  Meksika’da tekila üretilmesine izin verilen sadece bir tane avage türü vardır oda blue avage’dir. Tekila avagenin özünün fermantasyonu ile yapılır ve avagenin fermantasyona uygun hale gelmesi en az 8 yıldır. Zaman geçtikçe avagenin içindeki şekerler ve dolayısı ile tat arttığı için büyük tekila şirketleri bitkinin uygun hale gelmesi için 10 ile 12 yıl beklemektedir. Avage 2 - 2,5 metre yüksekliğinde 3 – 3,5 metre çapında bir bitkidir ve tekila yapımında yeraltında kalan kökü kullanılır. Olgun bir kök 100 – 130 kilo ağarlığa sahiptir.  Kökler dört parçaya bölünerek ocaklarda ısıtılır ve daha sonrada sıkılarak fermantasyon için suları alınır. Bilindiği gibi fermantasyon şeker kullanılarak hızlandırılabilir, bazı tekila üreticileri de tam olgunlaşmamış ve az sayıda bitki kullanabilmek için bu yöntemi kullanırlar. Ama Meksika tekila üretimi konusunda çok titizdir. Bu şekilde şeker kullanılıp fermantasyonu hızlandırılarak yapılmış tekila Meksika da şişelenemez ve üzerinde ‘’%100avage’’ ve ‘’HENCO EN MEXİCO’’ (Meksika’da üretilmiştir) yazamaz, başka ülkelerde şişelenir ve bu tekilaya mixto denir. Damıtmadan sonra tekila bekletilmek üzere fıçılara alınır ve renksizdir. Zaten beyaz ve sarı olmak üzere iki rengi vardır, beyazı genelde kokteyllerde kullanılır. Tekila rengini fıçıdan alır, mixto tekilalar ise rengini içerdikleri çeşitli karamel veya ahşap aromalarından alırlar.

Gelelim bu güzel içkinin içilmesine. Tekila sert içki olarak bilinir genelde %38 – oranında alkol içerir. Geleneksel içiliş şekli tuz – tekila – limondur. Bence de en güzeli budur ban, yudumla, ısır. Shot bardağı ile içilir eğer seri içilirse bir shot az iki shot karar üç zarar diye tabir edilir. Misafirler için hazırlanacaksa dolaptan çıkartılan soğuk shot bardaklarının ağız kısımları ıslatılır ıslatılan kısımlar tuza bandırılır birde kenarına limon takılır ve servise sunulur. Genelde soğuk içilir ama benim büyüklerimden duyduğum tekila tadı alınmak isteniyorsa oda sıcaklığında ve sek olarak içileceğidir. Soğuk içenler için buzdan shot bardağı ile tavsiye ederim, bardak erimeden içiyorsunuz daha sonra bardak eriyip gidiyor ya da vurup kırıyorsunuz. Güzel düşünce ama buzdan shot bardağı kalıplarını İstanbul’da bütün alışveriş merkezlerinde aradım bulamadım sonra nette buldum. Çoğu tekila severin evinde olduğu gibi bende de shot bardak koleksiyonu mevcut.

Şeytan Yemini, Jean-Christophe Grangé

İnanılmaz bir kurguyla yazılmış, insanı okurken dehşete düşüren ve akıl almaz cinayetlerin işlendiği yazarın diğer eserleri gibi oldukça ses getiren bir romanı olduğunu düşünüyorum. Okurken korkuya kapıldığım, heyecanlandığım, kitabın baş kişisiyle bir bütün olduğum ve sanki soruşturmayı ben yürütüyormuşçasına bütünleştiğim muhteşem bir Jean-Christophe Grangé romanı…

Avrupa’da işlenen insanlık dışı vahşi cinayetlerin sırrını araştırmak ve en yakın meslektaşının esrarengiz intiharı sonucunda daha da karmaşıklaşan olayların izinden gitmek isteyen bir polis memuru.bir iki saatlik bir ölüm yaşadıktan sonra hayata döndürülen insanların komadan çıktıktan sonraki hallerinde arafa yolculuk yaptıklarını ve şeytanla konuştuklarını belirtmeleri, bunun sonrasında gelişen benzer cinayetler okuyanda şeytanın varlığının yeryüzünde olduğuna dair derin şüphelere yol açan muhteşem bir kitap. Şeytanın varlığını hissetmek, masum insanların vahşice katledildiğini düşünmek, işkence sahnelerini gözünde canlandırmak, dini sorgulamak, aşık olmak ve sevdiği kadın için mücadele vermek, ipuçlarını birleştirmek, bıkmadan usanmadan yılmadan ve korkmadan soruşturmayı devam ettirmek, ölümle burun buruna gelmek, yalan söylemek, yalan söylendiğini anlamak, geçmişte kalan kapanmış sırları gün yüzüne çıkarmak, insanların göründüğü gibi olmadığını kavramak, tekrar tekrar aynı olayları kurcalamak, kötünün dünyaya hakim olamayacağının mücadelesini vermek, çevremizdekilerden intikam almak, sebepsizce cinayet işlemek, acı çektirmek, farklı işkencelere maruz bırakmak, en önemlisi korkuya egemen olmak ölmekten korkmamak…

Şeytan gerçekten var mı? İnsanlığa kötülüğü salan, onları yoldan saptıran, yeryüzünü cehenneme çeviren bir dünya dışı varlık olabilir mi? Yoksa içimizde ya da etrafımızda biz farkında olmadan bize hakim mi oluyor yavaş yavaş, bizi değiştirip bizimle bütünleşip bizden biri gibi olan hissi biz mi yaratıyoruz? Arafa yolculuk yapmak, şeytanla yüz yüze gelmek ve onunla anlaşma yapıp kötülüğü yaymak mümkün mü?

Kitabın sonunda hayrete düşeceğiniz, hayal kırıklıkları yaşayacağınız, olaylar zincirinin tuhaflıklarını düşünürken şaşırıp kalacağınız, bütün ipuçlarını tekrar gözden geçirmek için durup düşüneceğiniz, akıcı sürükleyici muhteşem bir kitap. Yazarın zekası diğer kitaplarda olduğu gibi yine ön planda.

How I Met Your Mother

How i met your mother  yapımcılığını CBS Broadcastıing’in yaptığı 22 dakikalık bir Amerikan sitcom dizisidir. İlk dizi 19 eylül 2005’te CBS kanalında yayınlanmıştır. Bu sitcom Craig Thomas ve Carter Bays tarafından yaratılmıştır. Türkiye’de bu diziyi CNBC-e yayınlamaktadır.

Dizi 5 ana karakterden oluşmuştur. Dizinin ana karakteri Ted Mosby’dir. 2030 yılında oğlunu ve kızını karşısına alan Ted Mosby size annenizle nasıl tanıştığımı anlatacağım  diyerek başlar ve günümüze döner.Ted Mosby 27 yaşında bir mimardır.Ted  kankası Marshall Eriksen ile aynı evde yaşamaktadır.Marshall ise ileride çevrenin ve doğanın korunmasına kendini adamayı düşünen bir hukuk fakültesi öğrencisidir.Ted ve Marshall kolejde aynı yurt odasını paylaşarak tanışırlar. En büyük tutkuları Star Wars filmini hiç sıkılmadan tekrar ve tekrar seyretmektir. Marshall Ted ile tanıştığı gün kaza eseri Lily Aldrin (siz onu aslında American Pie filmlerinden bandocu kız olarak tanıyorsunuz)  ile Lily’nin yanlışlıkla Marshall’ın odasına gelmesiyle tanışır. Artık ne kadar yanlışlıklaysa. Biz buna kader diyelim.Lily ile Marshall ilk görüşte birbirlerine aşık olurlar. Ve film boyunca sevgilidirler.Lily bir anaokulunda öğretmendir.Barney Stinson adlı karakter ise dizinin en bomba adamıdır.Kendine özgü deyimleri ve kelimeleri vardır.Barney Ted ile bir kafenin tuvaletinde tanışarak bu gruba katılır.Barney liseyi bitirdikten sonra en büyük aşkının onu başka bir erkek yüzünden terk etmesiyle tam bir kazanovaya dönüşmştür. Sürekli takım elbise giyer, her akşam bir kızı tavlar, onu tavlamak için binlerce palavra sıkar.Ve bir kızla bir akşamdan daha fazla birliktelik yaşamama gibi ilginç kuralı vardır.Barney’nin dizide  kendisini örnek alınacağını düşündüğü için  bir blog sayfası da  vardır.

Marshall ile Lily evlenmeye karar verdiklerinde Ted’te bekar kalmayacak ya. Ted başlıyor hayatının aşkını aramaya . İlk dizi ile her tanıştığı kızda evet işte bu evleneceği kız demeye başlıyoruz  ama ilerledikçe her kızda bir uyum sorunu yaşayıp ayrılıyorlar. Bu dörtlü grup iş dışı tüm zamanlarını New York’un ufak kafelerinden birinde geçirmektedirler. Hani 5 karakter vardı diyenlerin yakarışları kulaklarımı çınlatıyor şuan. Dörtlü dedim çünkü hala 5. karakteri tanıtmadım. Dizimizin son karakteri Robin Scherbatsky. Kendileri dünyalar güzeli bir kızdır ve kendisini ana haber sunucusu olmaya adamış ama hala uyduruk haberlerin yayınlandığı kimsenin seyretmediği bir kanalda sunuculuk yapmaktadır. Bir gün Ted Robin’i sürekli takıldıkları barda görür ve aşık olur.Tanışırlar tanışmasına da Robin 5 köpeği ile yaşadığı evde kendisini böyle bir ilişkiye hazır hissetmemektedir. Ted de daha ilk buluşmalarında Robin’e ilanı aşk edince ilişkileri orada bitmektedir. Bence Ted Mosby’nin eşi Robin olmalı ama çocuklara anlatırken Robin teyzeniz diye hitap ediyor. Bu da Robin’in anneleri olma ihtimalini azaltıyor.

Dizi ben bu satırları yazdığım sıralarda 4. sezonun 4. dizisini yayınlamaktadır. Her dizi birbirinden ilginç hikayelerle dolu ve filmin 22 dakika olmasından zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz bile.Bir anda dizinin bitişini görerek gelecek haftayı iple çekmeye başlıyorsunuz. Filmin en büyük rakibi The Big Bang Theory adlı yine Amerikan sitcom dizisidir. İlk iki sezon 22 diziden oluşmasına rağmen 3. sezon 20 diziden oluşmuştur. Ted Mosby’nin çocuklarının annesinin kim olacağını heyecanla beklemekteyiz.